Çarşamba, Şubat 12, 2025
Ana SayfaAktüel TartışmalarGazetecilerin “Roma Gezisi”: Nasıl tartışma(ma)lı?

Gazetecilerin “Roma Gezisi”: Nasıl tartışma(ma)lı?

Cemgazi Yoldaş

Davetli gazetecilerin “Roma Gezisi” bir süredir gündemde. Bu süreçte gazetecilik ilkelerini tekrar hatırlatan eleştiriler, “eski-yeni medyacılar”, yandaş-muhalif gazeteciler gibi ikiliklere indirgenen polemikler içinde görünmez hale geldi. Oysa bu gezi daha fazlasını, günümüzde gazeteciliğe ve gazetecilere ilişkin şeyleri söyleme fırsatını içinde barındırıyor.

Tartışmayı genişletmek

Kuşkusuz tek bir olaydan büyük ve genel geçer kurallar ortaya koymak mümkün olmayabilir. Ancak tek bir olayı dahi, nedenlerinde hangi süreçlerin gizli olduğunu anlayacak, geçmişle bağını kurarken geleceğe ilişkin de söz söyleyecek şekilde ele almak olanaklıdır. Nitekim, böyle pek çok değerlendirme de kendini gösterdi. Fakat ne yazık ki bu değerlendirmeler polemikler içinde neredeyse görünmez hale geldi.

Bu polemikler, tartışmayı genişletmediği gibi odağı da taraflara doğru kaydırıyor. Yaşanan odak kaymalarından biri, olayın “eski” ile “yeni”nin temsilcileri arasındaki iyi ve kötü savaşına dönmesiyle ortaya çıkıyor. Olaya dönük eleştirel bakış kişisel eleştiriye döndükçe gazetecilik için ilerletici olma potansiyeli de yitiyor. Bu odak kayması, gazeteciyle olan her şeyi kişi üzerinden okumaya neden oluyor. Gazeteciliğin içinde bulunduğu tarihsel koşulları değil kişilerin bireysel koşullarını konuşuyoruz. Gazeteciler arasındaki ilişkileri, gazetecilik örgütlenmesini değil, kişilerin “yılmaz” ya da “teslimiyetçi” karakterini görüyoruz. Gazetecilik pratiğini değil, kişinin yapabildiği işi ele alıyoruz. Tarihsel koşullar bireysel güçlüklere, zorlayıcı nedenler kişisel tercihlere dönüşmeye başlıyor.

Bunun yanı sıra “yandaş-muhalif” gazeteci ikiliği de kendini gösteriyor. Bunun geri planında, iktidarın daha önce düzenlediği gezilerine katılan gazetecilerin günah çıkarma seansı da gizli bir şekilde işliyor. “Biz de gittik ama…” ifadeleri birbirini takip ediyor. Bu polemiklerde, ifade yerindeyse, “eski medyayı temsil eden muhalifler” ile günah çıkaran gazeteciler arasında bir diyalog bulunmuyor. Böyle olunca da ister istemez “yandaş-muhalif” zıtlığında muhalif karakter de “yeni” medyanın temsilcilerine indirgeniyor. Bir yanda günah çıkarmak, bir yanda yaptığına rağmen halen muhalif olduğunu kanıtlamak için söylenen sözler arasında gazetecilik ilkelerine ilişkin bir şey bulmak ise oldukça güçleşiyor. Oysa bu tartışmada önemli olan söylenecek sözün çokluğu değildir; aksine, odak gazeteciliğe çekilmediği her an söylenecek her sözün kısırlaştırıcı bir etkisi olacaktır.

Kurumsuzlaşmanın aciziyeti

Her ne kadar geri planda kalmış olsa da bu olay üzerine gazetecilik ilkelerini hatırlatan önemli açıklamalar da kendini gösterdi. Özellikle, gazetecilerin masraflarının İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından karşılanması en çok eleştirilen ilke ihlaliydi. Bu ihlal konuşulurken bu olayı biraz daha genişleterek ele almak istiyorum. Gazeteciliğin kurumsuzlaşmasının gazetecilik açısından geldiği yetersizliğe değinmek. Geziye katılan gazeteciler arasından, “bizde çaresiziz” minvalinde bir açıklama Nevşin Mengü’den geldi: “Tahmin ediyorsunuz ki bizim burada öyle bir kendi cebimizden paramızı biz ödeyelim, o bizim boyumuzu katbekat aşıyor.” Mengü her ne kadar haberciliği “ekonomik bağımsızlığı”nı sağlamak için reklamverenler karşısında aşındırmayı ısrarlı bir şekilde savunmuş olsa da henüz böyle bir geziyi karşılayacak kazancı olmadığına güvenmeyi tercih ediyorum.  Fakat burada kurumsuzlaştırmanın geldiği acizlik üzerine de düşünmek zorundayız. Basın kurumlarına yönelik iktidarın ve medya patronların müdahalesi karşısında kurumsal özgürlüğü savunmak yerine kurumlardan kaçışı savunmak gazeteciliğe ne getirecekti? Kurumsuzlaşmayı meşrulaştırmak ve tek kişiden oluşan “yayın politikası”nın doğruluğunu savunmanın olumsuz sonuçları olmayacak mıydı? Bunu söylemek kurumların gazeteciler üzerinde müdahaleci yönünü yadsımak anlamına gelmiyor sanırım. Fakat bu müdahaleler karşısında alternatif ararken, bu alternatifi kurumu bağımsızlaştırmakta aramak ile kurumsuzlaştırmada aramak arasında anlamlı farklılıklar olduğunu söylemek de gerekiyor.

Kolektif karar alma süreçleri yerine gazetecinin tercihine bırakılmış karar alma pratiği üzerine de düşünmeli. Kurumsuzlaşmanın kaçınılmaz bir sonucu da bu. Örneğin, bu seyahati karşılayacak ekonomik güç olsaydı hangi seyahati takip etmeye karar vermek konusunda tekil bir tercih belirlemekle, kolektif belirlenmiş yayın politikasına göre karar vermek arasında da bir farkı tartışmayacak mıydık? Basın kurumlarının içinde bulunduğu olumsuz durumu tartışmalıyız, evet. Ancak bunu, gazeteciği kurumsuzlaştırmayı önererek yapmanın mümkün olmadığını bir kere daha gördüğümüzü söylemek yerinde olacaktır.

Son olarak, burada başka bir soru daha kendini gösteriyor. Bu soru, gazeteciler için YouTube yayıncılığını bir gelecek ve gelir kaynağı olarak gören “tebliğciler” tarafından cevaplanmaya da muhtaç. Bütün tanınmışlığıyla, geleneksel medyadan okuyucularıyla, sosyal medya hesaplarından takipçileriyle YouTube’a transfer olan isimler dahi en temel haber kaynaklarından birinin takibi için gerekli bütçeyi kazanamıyorsa, yeni mezun gazeteciler bu bütçeyi nasıl elde edecek? Çözüm daha az haber daha çok reklam mı? Başka bir ifadeyle gazetecisizlikleşen bir gazetecilik mi?