Günümüzde gazetecilik sayılan pratikler çeşitlenip somutlaştıkça gazetecilik tanımı soyutlaşıyor. Bu soyutlaşma, bilginin kapsayıcılığı şeklinde değil belirsizleşmesi şeklinde gerçekleşiyor.
Gazetecilik pratiği, gazetecilik teorisini kendi üzerinde bir gölge ve kısıtlayıcı bir seçkincilik olarak; gazetecilik teorisi de pratiği bir zaaf ve sapma olarak görme eğiliminde. Bu eğilim farkları, toplumsal bir figür olarak kabul edilen gazetecilik kurumu (ve bu kurumun kritiği) ile özgül bir pratik olarak gazetecilik faaliyetinin arasındaki uyumsuzluktan kaynaklanıyor. Gazetecilikle ilgili tartışmaların bu kadar çeşitli ve sert olmasının nedeni mesleğin toplum(sal)la olan tanımsal ilişkisinde yatıyor. Toplum(sal)la bağı bu kadar yüksek olan tüm mesleklerde görülen bu çelişkinin gazetecilikte daha yoğun ve kırıcı yaşanmasının nedeni ise mesleğin normatif ve herkesçe tartışmasız şekilde meşru olarak kabul edilen dayanaklarının olmaması.
“Modern” bir meslek olan gazetecilik bir yandan profesyonelleşmeyle (çalışma hayatının kuralları) bir yandan refah devletinin ilişkileriyle/değerleriyle belirlenmiş bir alan. Her iki kaynak da günümüzde belli ölçülerde tasfiye edilirken gazeteciliğin tanımı da sarsılıyor, eski tanım ve değerler reddediliyor, çeşitleniyor, muğlaklaşıyor. Gazeteciliğin toplumsal sorumluluğunu etkin biçimde yerine getirebilmesinin objektifliğe, etik kurallara ve profesyonelleşmeye bağlı olduğu anlayışı toplumsal çatışmaların görece dengeli yönetebildiği dönemlere ait bir kabuldür. Bu dönemlerde “etik”, piyasanın saldırıları karşısında mutabakata varılmış ilkeleri işaret eder. Bu yönüyle bir taraftan da rekabet koşullarının stratejik hakemi konumundadır. Denge bozulup da rekabet koşulları dağıldığında ise etik, ona uyanlar aleyhine işleyen yaptırımlar haline gelecektir, gelir. Etik ilkelerin gazetecilikte ticarileşme ve profesyonelleşmeye paralel geliştiği hatırlanacak olursa, ticarileşmenin ve profesyonelleşmenin zayıfladığı koşullarda etiğin de aşındığı, sorgulandığı, meşruiyetini kaybetmeye başladığı görülür.
Gazeteciliğin mesleki, politik ve toplumsal değerlere sahip olduğu var sayımı, kapitalist piyasa değerleri için bir kısıtlama/sınırlamadır. Piyasa değerlerinin gazetecilik alanına hakimiyeti arttıkça bir önceki dönemin “aydın” gazetecisi de toplumsal statüsünü kaybetmeye başlar. Gazetecilik alanının proleterleşmesi, meslek hakkında ideolojik mücadelelerin verilmesine, gazeteci karakterinde kültürel dönüşümlerin yaşanmasına sebep olur. Bu mücadele ve dönüşümleri dikkate almayan bir gazetecilik savunusu da dışarıya -sonunda gayrı meşru ilan edilecek olan bir- “tutuculuk” gibi görüntü verir. Burjuvazi, toplumsal denetim için meşruiyete/rızaya ihtiyacı kalmadığı (veya bunu üretemediği) zaman zora başvurmaktan kaçınmaz. Dolayısıyla da denge kodlarına ve değerlerine de artık ihtiyaç duymayacaktır. Bu durumda “4. güç, gözcülük, kamu yararı” vb. başlıkların da -aslına rücu ederek- birer “mit” olduğu açığa çıkar. Böylece sermayenin yayın politikası tercihleri ile gazetecilerin meslek ilkeleri tercihleri arasındaki çelişkinin mutabakatla yürütülmesi; bunlar arasında dengenin bulunması gereği de ortadan kalkar. Gazeteciler, gazeteciliğin sermayenin faaliyet alanlarından biri olarak dizayn edilmesinin yarattığı kümülatif yıkıma yalnızca “etik” ile karşı koymaya çalıştıkça aslında sınıflar mücadelesinin konusu olan bu çelişki, kişisel tutumlar seviyesine indirgenmiş olur. Bu anlarda “eski patronlar” güzellemesinin de gazetecilik savunusuna sızmaya başladığı görülür. Herkes bir önceki dönemi aramaya başlar. Demirören döneminde Doğan; Doğan döneminde Aksoy ve Karacan yılları özlenir örneğin. Kısmen gerçekliği de olan bu şikâyet bir yandan gazetecilik alanının şartlarının yıllar içinde giderek gerilediğini bir yandan da sahiplik yapısının gazetecilik değerleri üzerindeki belirleyiciliğini gösterir. O nedenle gazetecilikte yaşanan sorun(lar) yalnız başına gazetecilik değerlerinin savunulması-terk edilmesi tercihlerinin yarattığı farklara indirgenemez.
İkincil faaliyet, ilk işe dönüşüyor: İş olarak gazetecilik, işçi olarak gazeteci
İş olarak gazetecilik, gazetecilik çalışmasının profesyonelleşmiş olduğunu ifade eder. Böylece gazetecilik toplumsal iş bölümü içinde belli formlara kavuşur. Profesyonelleşmiş her işte olduğu gibi gazetecilikte de meslekleşme süreci başlar, ardından meslek ilke ve kuralları oluşur.
Profesyonelleşme, gazeteciğe aynı anda birkaç özellik getirir. İlki, çalışmanın “ücretli iş”, çalışanın da “işçi” haline gelmesidir. Gazetecilik, 19’uncu yüzyılın ikinci yarısında siyasal ve/veya sosyal çalışmanın bir parçası olarak üretilen bir “ikincil uğraş” olmaktan çıkarak “asli iş” haline gelir. Asli iş olma, zanaat(kar) konumunun yitirilmesiyle ortaya çıkan ücretli emek konumunun (proleterleşmenin) getirdiği bir özelliktir. Böylece gazetecilik diye bir meslek oluşmaya başlamıştır. Tam burada, gazetecilik mesleği neredeyse muhabirlik faaliyetine indirgenir, muhabirlik faaliyeti gazetecilikte baskın hale gelir.
Ücretli emek olmak, aynı zamanda çalışma hayatının/endüstriyel ilişkilerin içinde (ve karşıtlıkların bir tarafında) olmak anlamına gelmektedir. Böylece aslında gazetecilik meslek kurallarının içine kapitalizmin çalışma hayatıyla ilgili kuralları ve sorumlulukları da dahil olacaktır. Ücretli emek olarak gazetecinin gerçekleri kamuoyuna duyurma sorumluluğu (ve hakkı), işverene karşı sorumluluklarla iç içe geçer. Editöryal sürecin içine işverene karşı sorumluluk da dahil olur ve işverenin yayın politikası tercihleri de editöryal süreçte belirleyici hale gelir.
Ücretli emek oluşuyla birlikte gazeteci(lik) belirgin bir sınıfsal konuma da sahip –ve zamanla bu konuma ait- olmaya başlar. Öncesinde, gazetecilik için “sınıf”, yayın içeriklerinin ideolojik dayanakları, politik tercihler ve haber değerlerinin belirlenmesi ile ilgili bir yayın politikası konusuyken artık gazetecilerin işçileşmeleri ve sınıfsal konumları ile de ilgili hale gelir. Bu esnada gazete içerikleri sınıf dışılaştıkça çalışanlar sınıf içi olmaya başlar.
Gazeteciliğin ve gazetecinin tanımını oluşturan bu gelişmeler 19. yüzyıl boyunca görülür ve böylece profesyonelleşme ve etik ilkeler ortaya çıkar. Bu dönem gazetecilikte ilk proleterleştirme dönemi olarak görülebilir. Günümüzde ise bir “yeniden proleterleştirme” dalgası yaşanıyor. Dolayısıyla bir öncekinin çalışma biçimleri, değerleri, gelenekleri, kavramları erozyona uğruyor ve dönüşüyor. Yerlerine de zamanla, bozularak, dönüşerek, terk edilerek, tekrar çağrılarak, yenisi bulunarak, başka biçimler ve değerler konuyor.
Özetle, gazetecilik uğraşının önce gazetecilik işine sonra gazetecilik mesleğine dönüşümünün ortaya çıkardığı kavramlar, uygulamalar, gelenekler ve kabuller günümüzde görülen “yeniden proleterleştirme” süreciyle birlikte düşünülmeli, tartışmaların başına bu gerçeklik konmalı. Uzun yıllardır oluşmuş olan birikim ve kazanımlar da bir çırpıda “eskide kaldı” denilerek küçümsenmemeli. Burada basitçe bir “değerler” çatışması değil sınıfsal çatışmalar yaşanmaktadır. Gazetecilik, sınıf mücadelesinden arınmış ve yalnızca kendi dışında yaşanan çatışmaların ideolojik arenası değil bizatihi bu mücadelenin yaşandığı da bir alandır. Değerler de değerler hakkında yürütülen tartışmalar da sınıfsaldır.