Gazetecilik tarihinde 1940-1980 arası yıllar “gazeteci patronlar dönemi” olarak adlandırılır. Bu dönemde gazete sahipleri kendileri de gazeteci olan kişilerdir. Çalışma hukuku, meslektaş ilişkisiyle kurulmuştur. Bu dönem (özellikle de 1960-1980 arası) gazeteciliğine temel rengini “kamu yararı ve toplum sözcülüğü” ilkesi verir. “Halkın arasında, otobüse binen” gazetecilerin “kıt kanaat” geçindiği, gazete kuruluşlarının kent merkezlerinde yer aldığı, kurum gelirlerinin “orta ölçekli” olduğu bu dönemin gazeteci karakteri de daha çok “yarı-organik aydın” olarak şekillenir. Sonraki yıllarda sermayenin medyaya girişiyle “gazeteci patronlar dönemi” de “halkın içindeki aydın gazeteci” karakteri de ortadan büyük ölçüde kalkacaktır. 1980-2010 arasında gazetecilik, holding yapılanmalarının şehir dışına taşınan plaza yerleşkelerindeki ticari faaliyetlerinden biri olarak gerçekleşecektir. Bu dönem gazeteciliğini tanımlamak için ilkelerden daha çok kayıplardan, zaaflardan ve mücadelelerden söz edilebilir. Gazeteci patronaların yerini sermaye sahipleri, meslektaş amirlerin yerini holding temsilcisi yöneticiler, yarı-aydın gazetecilerin yerini orta sınıf-beyaz yakalı profesyoneller alacaktır. Değişmeyen tek şey ise gazetecilerin çok büyük çoğunluğunun hala “kıt kanaat” geçiniyor olmasıdır.
“Ücretli gazeteci” VS. “bağımsız işveren”
Bu dönemde (özellikle de 2010 sonrasında) “bağımsız” gazetecilerin ve çoğu dijital mecralarda kurulan “bağımsız” kurumların oluştuğu görülür. Siyasal iktidarın baskıları ticari faaliyetin esasları ile birleşince pek çok gazetecinin ana akım ulusal medyanın dışına itilmesi, bu bağımsız gazetecilerin ve kurumların hızla artmasına neden olacaktır. Bu süreçte bir yandan freelance vb. gazeteciliğin arttığı bir yandan da önceki dönem ücretli olarak çalışan gazetecilerin şirket kurarak işverenlere dönüştüğü görülür. (bkz: Gazeteciliğin temelindeki gelişmeler) Çok daha uzun bir tartışmanın konusu olmakla birlikte temel olarak böyle cereyan etmiş olan gelişmeler, bugün itibariyle gazetecilik pratiklerinin çeşitlenmesini (aslında “saçılmasını”), gazetecilik kurumlarının ölçeklerin küçülmesini (ve sayıların artmasını) getirir. Dolayısıyla da yeni biçimleriyle tekrar bir “gazeteci patronlar” dönemi başladığı söylenebilir. Bir öncekinden farkı ise bu sahiplik yapısının günümüzde var olan tek biçim olmaması (holding medyasıyla birlikte görülmesi) ve hem mecralar hem de yayın politikaları bakımından “alternatif” kabul edilmesidir. Cüneyt Özdemir, Nevşin Mengü ve benzer oluşumlar kuran pek çok isim, bugün bir yandan gazetecilik faaliyetini yürüttükleri iddiasını korurken bir yandan da -küçük ölçekli de olsa- işverenlere dönüşürler. İşveren kimlikleri ölçeklerin küçüklüğü ve “meslektaşlık” ile perdelense de (ve hatta kendileri bu kimliklerini yok saysa da) gerçek değişmez. Faaliyet gösteriyor oldukları dönem ve içinde yer aldıkları ekonomik ilişkiler, meslek ilkelerinden daha çok piyasadaki bireysel varlıklarının korunmasını öncelemektedir.
Geleneksel dönem ve geleneksel gazetecilerle başlayan süreç
Türkiye’de her ne kadar Cüneyt Özdemir ve Nevşin Mengü gibi “yeni değerleri” savunan popüler karakterler üzerinden yürüse de “gazeteci patron” örnekleri hem bugün çok daha fazladır hem de çok daha önceki yıllara uzanır. Ruşen Çakır, dijital mecradaki ilk örneklerdendir. Bugün onlarca kişinin çalıştığı bir kurum haline gelen Medyascope, bir “gazeteci patron” tarafından yönetilmektedir. Merdan Yanardağ’ın sahibi olduğu Tele1 kanalını ve hatta Tuncay Özkan’a ait 2000’li yıllara rastlayan KanalTürk (ve Kanal Biz) deneyimini de hatırlamak gerekir. Özkan’ın bugünlerde de KRT TV’nin sahibi olduğu bilinmektedir. Böylece, ilk örneklerini geleneksel mecralarda gördüğümüz “gazeteci patronlar” sayısı, dijital mecralarda sermaye ihtiyacının azlığı sayesinde artacaktır. Gazete Oksijen, Gazete Pencere, Kısa Dalga ve pek çok başka “kurum” da yine gazeteci patronlar tarafından yönetilen yerlerdir. [1]
Yeni dönemin özgünlükleri ve aşırılıkları
Gazeteciliğin yeniden tanımlanmaya çalışıldığı bu günlerde “patron gazeteciler” özgün biçimleriyle yeniden görülmeye başlamıştır. Son 30-40 yıllık dönemin tüm belirleyenleri ve değerleri büyük bir gürültüyle sarsılırken ortaya çıkan bu yeni eğilim, ortaya çıktığı zeminin değerlerini de gazeteciliğe taşıyacaktır.
Burada gazeteciliğin geleneksel kamucu karakteri ve kavramlarını savunmaya, uygulamaya devam etmeye çalışanların önüne “piyasa gerçekleri ve geçim derdi” çıkacak, bu iki zıt kutup arasındaki gerilim, faaliyete çelişkili bir yapı verecektir . Öte yandan, bu dönemin bazı (burada bazı isimler belirgin olarak hatırlanacaktır) gazeteci patronunun iddiası da gazeteciliğin ve etik ilkelerin “kendilerinde(n) menkul” olduğudur. Gazetecilik yapmak için büyük kurumlara da bağlayıcı kavramlara da “büyük laflara” da ihtiyaç kalmadığı düşünülmektedir. Büyük kurumlara ihtiyaç kalmamış olabilir ama hakkında tartışılacak olsa bile üzerinde hareket etmeye ihtiyaç duyulan kavramların ve ilkelerin reddi gazetecilik mesleğine yönelen siyasal ve ticari tehditler kadar tehlikeli olabilir. Dönüşümün zorunluluğu ve ticari esasların zorlayıcılığı, beraberinde meslek ilkelerine karşı sorumsuzluğu getirmiş görünmektedir. Esas olarak burjuvaziyle “mutabakatla” oluşmuş olsa da bugün kamu yararı da gazetecilik de savunulurken bu ilkelere ihtiyaç duyulmaktadır. Kavramlar da dönüşüme uğrayabilir ama kavramlar hakkında yürütülen tartışmalar, işverene (de) dönüşmüş medya aktörleri tarafından yok sayılmamalıdır.
Meslek değerlerinin ekonomik değeri
Son on yıllık momentte özellikle de dijital mecralarda ortaya çıkan gazetecilik biçimlerinin, gazetecilik kurumlarının ve gazetecilik tartışmalarının başat yönelimi “gazeteciliğin korunması” değil “gazeteciliğin -yeniden- tanımlanması”dır. Bu “yeniden tanımlama” iddiası, korunması gereken değerlerin, büyük ölçekli kurumsal yapılanmalarla birlikte geride kaldığı kabulüne dayanır (bkz: Gazetecilikte Terminoloji Değişiminin Gösterdikleri). Kurumsal yapılar, büyük ölçekli medya kuruluşları, ücretli ve güvenceli çalışma biçimleri geride kaldıysa o biçimlerin geçerli olduğu dönemlerde savunulan değerler de geride kalmalıdır..! “Piyasa aktörleri arasındaki hakem” olan etik, holding patronları için geçerli olmalıdır ama artık kendisi bir piyasa aktörüne dönüşen gazeteci için ancak bir “dinozor”a dönüşecektir. Bu gazetecilerin kaybettikleri ücret gelirlerinin yerine reklam gelirleri konarken etik ilkeler yerine de ticaret kuralları geçecektir. Bu oldukça doğal ve anlaşılır bir dönüşümdür çünkü ücretli çalışan gazeteciler için mesleklerine dışarıdan gelecek tehditlere karşı kamu yararının koruyucu kalkanı olan meslek ilkeleri, gelirlerini dijital platformların algoritmalarından elde eden işverenlerin kazançlarını kısıtlama riski taşıyan bariyerlere dönüşmüştür. Etik gazeteciliğin reyting düşmanı olduğu çok uzun yıllardır bilinir.
Gazeteci karakterinde aşınma
Bununla birlikte, yeni doğmuş olduğu için kendinden önce var olan (ve kısa süre önce kendinin de içinde yer aldığı) her şeyin tedavülden kalktığını zannetmek gibi yeni tür bir seçkinciliğin belirdiği de söylenmeli. Ana akımdaki eski avantajlı konumlarını kaybederken bu avantajları sermayeye dönüştürme ayrıcalığına sahip olan az sayıdaki gazeteci, bir yandan eskiyi reddederken bir yandan da eskide(n) olduğu gibi ayrıcalıklı bir konumu “yeni”de de talep ve inşa etmeye çalışıyor. Bu ayrıcalık taleplerini savunurken gösterdikleri aşırı özgüven ise işveren konumlarından ve “bağımsızlık” imkanlarından geliyor.
Öte yandan, geçmişte ana akım medyada yer almış ve bugün ürettikleri “bağımsız” yayınlarında “geleneksel gazetecilik değerlerini” sürdürme iddiasındaki kimi gazeteciler de bugünkü üretimlerini meslek pratiklerinin tümünü kapsıyormuşçasına abartma eğilimindedirler. Bu gazeteciler, bir işçi olarak uğradıkları yıkımı (başka tür bir) orta sınıf seçkinciliğiyle tamire çalışmaktadır. Ana akım medyada çalıştıkları dönem ile bugünkü yayıncılık pratiklerini bireysel, süreğen ve kendi içinde çelişkisiz gören bazı gazetecilerin öykülerinde “emekçi bir gazeteci”nin sıradan iyiliğinden çok “ilkeli bir cesur”un abartılı yalnızlığı işlenmektedir. Gazetecilik tartışmasında süreci anlamak için ise bu tür istisnai kişileri/durumları değil ortalama durumları ve farklı kişiler arasındaki ortaklıkları bulmak daha önemli ve elverişli olacaktır.
[1] Amacım, ismi doğrudan ya da dolaylı olarak anılan isimler arasındaki meslek ve değer farklarını -ki belirgin farklar vardır- değil “işveren” konumuna sahip gazetecilerin sayısının artması ve gazetecilik alanındaki dönüşümü tartışmak.