Tartışma Notları

AZ BİLİNEN, ÇOK TARTIŞILAN BİR “YOK KART”: BASIN KARTI’NDAN TEMİZ KÂĞIDI’NA

Basın tarihinin kör noktalardan biri

Basın kartının tarihine ilişkin belirgin bir karışıklık ve bilgi eksikliği bulunmaktadır. Bunun en önemli nedeni, karta ilişkin bilginin yeterli düzeyde üretilmemiş olmasıdır. Üstelik bu karışıklık ve eksiklik kartın tarihçesinden kart hamili sayısına kadar her konuda geçerlidir.

Basın tarihi ve gazetecilikle ilgili akademik kaynaklarda basın kartına ilişkin kayda değer bir birikime rastlanmamaktadır. Lisansüstü tez çalışmalarında “basın kartı” anahtar sözcüğünü içeren altı çalışma bulunmaktadır. Bu çalışmaların yalnızca biri doğrudan basın kartına ilişkindir. Seniye Yücel’in 1994 yılında yaptığı Siyasi İktidar-Basın İlişkilerinin Türkiye’de Basın Kartı Yönetmeliklerine Etkisi başlıklı yüksek lisans tezi olan bu çalışma daha sonra Çağdaş Gazeteciler Derneği tarafından İktidar ve Basın Kartı başlığıyla 1995 yılında kitap olarak basılmıştır. Çalışma, kısa bir basın tarihi ve basın-iktidar ilişkilerinin belirleyici kurum ve dönemeçlerini aktardıktan sonra 1942-1993 yılları arasındaki yönetmelikleri ve yönetmelik değişikliklerini incelemektedir.

Bu akademik çalışma dışındaki bilimsel makale çalışmalarına bakıldığında, Türkiye’de yayınlanan akademik hakemli dergilerin arşivlerini barındıran DergiPark altyapısında da “basın kartı” anahtar sözcükleriyle ulaşılan makalelerin, basın kartıyla doğrudan ilgili olmadığı görülmüştür.

Basın kartı, akademik çalışmalar dışındaki araştırmalarda da kayda değer bir yer bulamamıştır. Dosyayı hazırlarken bulabildiğimiz tek kaynak, 1960-1975 yılları arasında bir süre Basın-Yayın Genel Müdürlüğü İç Basın Müdürlüğü ve İstanbul Bölge Müdürlüğü görevlerini de yürüten Yusuf Tavus’un hazırladığı Basın Kartı Meselesi kitapçığıdır. Kitapçık, 1973’te çıkarılan yönetmeliği ve basın kartı başvuru sahipleri hakkında Basın-Yayın Genel Müdürlüğü’nce il temsilciliklerine gönderilen mütalaa örneklerini içermektedir. Tavus, kitapçığa uzunca ve çeşitli başlıklarla bir metin de eklemiştir. Tavus’un metni, basın kartları komisyonunun icraatları, basın kartlarının kimlere verildiği gibi bilgilerin yanı sıra dönemin siyaset, bürokrasi ve işveren baskılarıyla ne tür uygunsuz düzenlemeler yapıldığını gözler önüne sermektedir.

Gazetecilerin dönem anlatıları, meslek anıları ve deneyimlerini paylaştığı kitaplarda basın kartının tahmin edilen düzeyde bir yeri yoktur. Mesleğin başında edinilen basın kartı, genç bir gazetecide oluşturduğu mesleki sevinç ve kronolojik işaretleme gibi sebeplerle anılmaktadır. Bunun dışında ise özellikle gazetecilerin yargılandığı davalar ve basın kartı iptalleriyle ilgili tartışma ve anlatımlarda rastlanmaktadır.

Tüm bunlar ışığında, basın kartına ilişkin yürütülen tartışmaların bugün bu derece genişlemesinin nedeninin AKP’nin gazetecilik alanına dönük çok yönlü ve sert müdahalesi olduğu düşünülebilir ki basın kartı tüm bu müdahalelerin anahtar deliğidir.

113 yılda iki usul

Türkiye’de basın kartının tarihi II. Meşrutiyet dönemine kadar gitmektedir. İlk kez Fazlı Necip tarafından başlatılan basın kartı uygulaması yıllar içinde çok fazla değişikliğe uğramakla birlikte kartın verilişi itibariyle kabaca iki usul uygulanmıştır: 1909-1973 yılları arasında, çeşitli şekli değişiklikler ve döneme uygun bürokratik işlem farklılıkları bulunsa da, kartın verilişinde belge beyanları, mülki idare ve müdürlük arasındaki yazışmalar ve 1931’den sonra Türk Basın Birliği’ne, 1946’dan sonra da basın meslek örgütlerine üyelik esastır. Basın Kartı Komisyonu’nun kurulduğu 1973’ten bu yana ise başvuruların Komisyon tarafından incelendiği usul uygulanmaktadır ve basın meslek örgütlerine üyelik şartı kaldırılmıştır.

Devlet, kendi verdiği kartı gazetecilik yapmak için “yeterli” saymıyor

Kartın düzenlenişi ve geçerliliği konusunda on yıllardır yapılan eleştiriler, kartın gazetecilik için yeterli alanı sağlamadığını göstermektedir. Devletin kendi verdiği Sarı Basın Kartı’nın habercilik açısından kâğıt üzerinde taşıdığı imkânları fiili uygulamalarla sürekli olarak kısıtladığı bir gerçektir. Gazetecilikle ilgili davalarda ve mahkemelerin ürettiği kararlarda da basın kartının gazetecilik için “gerekli” olmadığı sonuçlarının yanı sıra “yeterli” olmadığı belirtilen kararlar da mevcuttur.

Kimi ve neyi tanımladığı giderek muğlaklaşıyor (bkz. Başka Kimlere Veriliyor?)

Basın kartının kimi, ne kadar tanımladığı sorusunun yanıtı ise hiçbir dönemde netlik kazanmış değildir. Gazetecilik alanının zamanla genişlemesi, basın kartı yönetmeliklerinde önce yer almayan Anadolu Ajansı ve TRT kurumlarının kapsam içine alınması, gazetecilik dışı işlerde çalışan bazı kamu görevlilerine basın kartı verilmesi gibi uygulamalar, bu kartın kimi ve hangi faaliyeti tanımladığına ilişkin karışıklığı artırmıştır. Teknolojik gelişmeler, geleneksel kurumsal yapıların çözülmesi ve dijital mecraların alana eklenmesi ve buralardaki gazetecilik pratikleri de alanda bir çeşitlenme doğurmuştur. Bu çeşitlenme de basın kartının kime verileceği konusunda yeni karmaşalar yaratmaktadır.

“Enformasyon görevlileri” yeni değil, sorun gazetecilerin karttan dışlanması

Gündemdeki “Sansür Yasası” (Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi) ile ilgili gazetecilik kamuoyundaki tartışmaların başlıklarından biri de basın kartının kamu görevlilerine de verilmesidir. Bu düzenleme ve kapsam yeni değildir ve ilk kez söz konusu yasa teklifiyle oluşturulmamıştır. Teklifle aslında olan, basın kartı verilen kamu görevlilerinin kapsamının genişletilmesindir. Teklif’te “kamu kurum ve kuruluşlarının yürüttükleri devlet enformasyon hizmetlerinde çalışan kamu personeli” olarak tanımlanan “enformasyon görevlisi” olanlar da basın kartı alabilecekler arasında sayılmaktadır. Yürürlükteki mevzuatta kamu görevlilerinin de basın kartı alabilmesi 1953’te başlamaktadır. Bu tarihten itibaren kapsamı giderek genişletilen düzenlemelerde “devlet enformasyonu hizmetleri” tanımı 1973’te çıkarılan yönetmelikte ilk kez kullanılmıştır.

“Devlet enformasyon hizmetleri” hukuksal düzlemde ilk tanımlandığı yönetmelikte kural koyucular tarafından her tür kamu görevlisini kapsayacak biçimde kullanılmamıştır. 1973 yılında ilk kez düzenlemeye girdiğinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Başbakanlık, Genelkurmay Başkanlığı, Milli Savunma Bakanlığı, Başbakanlık Basın-Yayın Genel Müdürlüğü gibi kurumlarda, unvanları ve sayıları yönetmelikle belirlenen kamu görevlilerini işaret etmektedir. Güncel yasal durumda ise ilgili kurumlarda eklemeler ve çıkarmalar olsa da “enformasyon görevlileri” ile kastedilen kişilerin ilgili yönetmelikle adı belirtilen sınırlı kuruluşlardaki görevlileri kastettiği söylenebilir. Bu anlamda, enformasyon görevlilerinin bütün kamu görevlileri arasında daraltılmış bir anlamda kullanılması temayülünün basın kartı yönetmeliklerinin genel eğilimi olduğu söylenebilir.

Dolayısıyla bugün, “gazetecilik dışı” alanların da basın kartı kapsamına alınması değil bu alanların sınırlarının genişletilmesine rağmen basın kartının gazeteciler için neredeyse erişilemez hale getirilmiş olması tartışılmalıdır.

Kanun-yönetmelik ikiliği ve bugünkü durum

Basın kartının düzenlendiği mevzuatlara bakıldığında iki düzey görülmektedir. Kanun koyucu basın kartını 1942’ye kadar kanunlarla düzenlerken bu tarihten itibaren basın kartları yönetmelik düzeyinde tanımlanmakta ve düzenlenmektedir. Geçtiğimiz günlerde gündeme gelen “Sansür Yasası”na bakıldığında, AKP’nin basın kartına ilişkin düzenlemeleri yeniden yasa düzeyine çekme niyeti olduğu söylenebilir. “İdare hukukunda ‘yasallık’ ilkesi idarenin kuruluşunun ve işleyişinin yasalara dayanması gerekliliğidir. İdarenin yaptığı işlemlerde yasal dayanak belirtmesi bu ilkenin bir sonucu olarak anlaşılmalıdır. İdarenin yetki aldığı yasa ve maddelerin açıkça yazılması hukuk devleti için temeldir. AKP hükümeti, bugüne kadar yasal düzenleme olmaksızın yönetmelik vb. idari işlemler eliyle iş görmeye çalışmış, bu girişimlerin bir kısmı üst mahkemelerce hukuka aykırı bulunarak iptal edilmiştir. Bugünse yasallık ilkesine -tekrar- dayamak zorunda kalmıştır” (R-Sansür Yasası Üzerine).

AKP dönemi: Aparatlaştırma, içini boşaltma, ulufeleştirme hukuksuzlaştırma

AKP iktidarları, gazetecilik alanına çok yönlü müdahalelerde bulunmuştur/bulunmaktadır. AKP’nin medyaya ilişkin düzenleme ve müdahalelerinin görüldüğü alanlar özetle şöyle sıralanabilir:

  • Düzenleyici ve denetleyici kurul, kurum ve kuruluşların yapısına müdahale (idare yönü)
  • Gazetecilik alanını düzenleyen mevzuata müdahale (hukuki yönü)
  • Medya sermaye yapısına müdahale (iktisadi/sermaye yönü)
  • Gazetecilik tanımına müdahale (mesleki yönü)
  • Doğrudan gazetecilere müdahale (fiili yönü)

Basın kartı, iç içe geçen ve birbirini tamamlayan tüm bu müdahale kanallarının kesişim kümesini oluşturmakta ve gazetecilik mesleğine dönük neredeyse her türlü tasarrufun somut gerçekleşme alanı olmaktadır. Tüm müdahalelerden doğrudan etkilenen, tüm müdahalelerin doğrudan gözlemlenebileceği ve tekrar müdahale gerekçeleri oluşturan bir enstrüman olarak kullanılan basın kartı, AKP döneminde geçmiş yıllarda olmadığı kadar tartışma ve çatışma konusu haline gelmiştir. Basın kartının, daha önceki düzenleme ve uygulamalarda da siyasal iktidarların eylem alanlarından biri olduğu ve yeterince dışlayıcı (dar) şekilde tanımlana geldiği bir gerçektir. Öte yandan, dar tanımlanmış olsa da kapsam içine giren, başvuru sürecini tamamlayan ve yasal bekleme sürelerini geçiren gazetecilerin edinmesinin çok da zor olmadığı bir haktır. Son dönemde ise siyasal iktidarın politik yapısına ve programına uygun şekilde hukuksuz uygulamalarla kapsamı iyice daraltılmıştır.

AKP ile birlikte Komisyon’da sermaye temsili ve etkisi artıyor

Yönetmelik yılı Genel Müdürlükçe / Başkanlıkça belirlenen Meslek örgütlerince belirlenen Meslek örgütleri içinde işveren sendikası Meslek örgütleri içinde işçi sendikası Toplam
1973 3 10 2 2 13
1980 4 9 2 3 13
1986 4 11 2 3 15
1998 4 9 2 3 13
2001 4 9 1 (TGSB) 3 (TGS) 13
2015 5 10 3 (AGS) 2 15
2018 9 ? ? 9

Komisyon’da yıllar içinde “işçi sendikası” ve “işveren sendikası” vasıflarıyla temsil edilen örgütlerin ve bu örgütlerden gelen üye sayılarının değiştiği görülmektedir. İşçi sendikası vasfıyla Komisyon’da yer alan sendika, 2015 düzenlemesine kadar Türkiye Gazeteciler Sendikası’dır (TGS). TGS, 2001 yılına kadar, yönetmeliklerde işçi sendikaları için tanımlanan özellikleri sağlıyor olması nedeniyle ve 2001 yılında doğrudan kendi ismiyle yer almaktadır. TGS’nin Komisyonlarda kendi ismiyle en az 2 en çok 3 üyeyle yer aldığı görülmektedir. Komisyon’da işveren sendikası vasfıyla temsil edilen üye sayısı ise 2001 yılına kadar sabit olarak 2’dir. “İşveren sendikası” ifadesi 2001’de kaldırılmış ve Komisyon’a “Türkiye Gazete Sahipleri Birliği” dahil edilmiştir.

Yukarıdaki tablo ve açıklamada geçen sayılar, yönetmeliklerde doğrudan ve açıkça “sendika” ifadesiyle yer alan örgütlerden gelen üyeleri göstermektedir. Bununla birlikte, “sendika” olmayan meslek örgütlerinin ve bu örgütlerden gelen temsilcilerin çalışma ilişkilerinde hangi konumda olduğu bilinmemekte ve öngörülememektedir. Temsil edilen meslek örgütlerinin politik eğilimleri, örgüt politikaları ve üye yapıları, onların doğrudan “işçi” veya “işveren” konumlarına ilişkin bir fikir verecek açıklıktan uzaktır. Bu örgütlerin “gazetecileri” temsil ettiği düşünülebilir fakat çalışma ilişkileri ve bağlı tartışmalar söz konusu olduğunda sahip oldukları tutum ise muğlaktır.

AKP’nin düzenlediği 2015 ve 2018 yönetmeliklerine özel olarak bakıldığındaysa tablonun tümünün daha da muğlaklaştığı görülmektedir. 2015 yönetmeliğinde doğrudan işveren temsilcisi olduğu düşünülebilecek olan “Anadolu gazete sahipleri” ifadesi yer almaktadır ve bu grup Komisyon’da 3 kişiyle temsil edilmektedir. Bir önceki (2001) yönetmeliğinde 1 olan “gazete sahipleri” 2015’te 3’e yükselmiştir. İşçi sendikası temsilcilerinin sayısı ise 2015’te 3’ten 2’ye düşürülmüştür. Bir önceki yönetmelikte TGS’nin temsil ettiği işçi sendikası üyeleri bu yönetmelikle “Basın kartı sahibi gazeteci üyesi en çok bulunan iki sendika tarafından belirlenecek birer üye” şeklinde ifade edilmektedir. 2015 yılında bu iki sendikanın Hak-İş’e bağlı Medya-İş ve TGS olduğu görülmektedir. TGS’nin Komisyon’dan 2015 yılında çekildiği bilinmektedir. Dolayısıyla bu iki üyenin hangi sendikalardan geldiği bilinmemektedir.

AKP’nin çıkardığı bu Yönetmelik, bazı meslek örgütlerince Danıştay’a götürülmüştür. Bu sürecin ayrıntılı anlatımı için (bkz: Danıştay Süreci)

Bugün yürürlükte bulunan 2018 yönetmeliğinde ise “Basın kartı sahibi gazetecileri temsil eden sendikaların üyeleri arasından Başkanlıkça belirlenecek bir üye” ifadesi yer almaktadır. “Basın kartı sahibi gazeteci üyesi en çok bulunan” gibi bir ifade ve şart da kaldırılmıştır. Böylece toplam üye sayısı ve/veya basın kartlı üye sayısının belirleyici bir anlamı kalmamıştır. Komisyon’a üye gönderecek olan bu sendikanın bir işçi sendikası olduğu düşünülebilir fakat bunu mutlak kılacak bir sıfat ve tanım bulunmamaktadır. Yönetmelikte “bölgesel veya yerel nitelikte faaliyet gösteren basın-yayın kuruluşlarının sahibi veya tüzel kişi temsilcisi arasından belirlenecek” 1 ve “basın-yayın meslek kuruluşlarının birleşerek oluşturdukları üst kuruluşlar hariç olmak üzere, ulusal düzeyde yayın yapan radyo ve/veya televizyonları temsil eden meslek kuruluşlarının üyeleri arasından belirlenecek” 1 olmak üzere işveren temsilcilerinin sayısı ise en az 2’dir.

AKP bu yönetmelikle iki önemli değişikliğe gitmiştir:

-İşçi temsilcilerinin sayısı azaltmak ve işveren temsilcilerinin sayısını artırmak ve göreli ağırlıklarını işveren temsilcileri lehine değiştirmek.

-Üyelerin tümünün Başkanlıkça belirlendiği bir düzenek kurarak meslek örgütlerinin üye belirleme iradesini de elinden alarak ve üstelik üye sayılarını azaltarak temsil yeteneğini de felce uğratarak, Komisyon’un yapısını tamamen siyasallaştırmak.

Sonuç olarak görülmektedir ki Komisyon’da meslek örgütlerinin temsili azaltılmış ve temsil edilen örgütler büyük oranda değiştirilmiş ve siyasal iktidarın belirleyici gücü mutlaktaştırılmıştır.

Tersine çevrilen anlam ve ilişkiler

Basın kartı taşımayanların gazeteci olarak kabul edilmediği, cezaevlerindeki gazetecilerle ilgili tartışmalardan gazetecilerin alanda karşılaştığı polis engellerine kadar pek çok göstergesi bulunmaktadır. Gazeteciliğin basın kartına ihtiyacı olup olmadığı tartışması bir yana, bu yargıda bariz bir mantık hatası, hukuksuzluk ve işleyiş aksaklığı görülmektedir. Basın kartına başvuru yapabilmek için fiili olarak gazetecilik yapıyor olmak gerekmekte; Yönetmelikle tanımlanan “bekleme süresi” boyunca gazetecilik faaliyetinin yürütülmesi şartı aranmaktadır. Dolayısıyla basın kartı (taşıyor olmak), gazetecilik faaliyeti yürütmenin başlangıç şartı değil vardığı sonuçtur. Buradaki “gereklilik” gazetecilik yapabilmek için basın kartına sahip olmak değil basın kartına sahip olabilmek için gazetecilik yapmaktır. Buradan hareketle, basın kartı düzenlemelerinden çıkarılabilecek en doğal sonuç, gazeteciliğin basın kartına indirgenemeyeceği ve ayrıca basın kartı sahipliğinin gazetecilik yapmak için bir koşul oluşturamayacağı olacaktır. Bunun aksine yapılacak her türlü çıkarım yanlış bir okuma ya da çarpık bir anlayış olarak değerlendirilebilir.

Basın kartı değil “temiz kâğıdı”

Her ne kadar kurallar düzeninde “asıl olan gazetecilik” eğilimi bulunsa da kolluk eliyle ve diğer kurumlarla yürütülen faaliyetlerde temel anlayışının “asıl olan kart” şeklinde bir dönüşüm geçirdiği görülmektedir. Bahsedilen bu tutum, basın kartı tartışmasını, gazetecinin varlığına dönük bir tartışma olmaya dönüştürmektedir. İlişkinin bahsedilen doğal yönünün tersine çevrilmesi, basın kartı düzenlemelerini, basın kartının niteliklerinden daha çok, gazetecinin “makul” niteliklerine yönelik düzeltmeler haline getirmiştir. AKP hükümetlerinin basın kartına yönelik düzenlemeleri, gazetecilik faaliyetini basın kartı sahipliği koşusuna bağlayan ve yasal düzendeki ilişkinin yönünü tersine çeviren anlayışın normlar düzeyinde de en somut örneklerinden birini oluşturmaktadır. Üstelik AKP’nin basın kartları komisyonlarının oluşumu ve gazeteciliğe dönük müdahalelerinin boyutu düşünüldüğünde basın kartının AKP tarafından adeta bir “temiz kâğıdı” haline getirildiği ve bu şekilde işlevlendirildiği bile söylenebilir.

“Gazetecilere sağlanan kolaylıklar” ayrıcalık değil kamusal görev hakkıdır

Gazeteciliğin kamusal yarar karakteri düşünüldüğünde, bu yararın ortaya engelsiz ve mümkün olduğunca çabuk çıkabilmesi için ilgili kanun ve yönetmeliklerde gazetecilere kimi “kolaylıklar” sağlanması öngörülmektedir. Bu kolaylıklar gazetecilere verilmiş “ayrıcalıklar” değil gazetecilerin bir nevi kamusal görev yürütüyor olmaları nedeniyledir. Gazetecilere sağlanan kolaylıklar (bu konuda yürütülebilecek diğer tüm tartışmalar saklı kalmak kaydıyla), gazetecilerin görev anında ve alanında görecekleri muameleyi de büyük ölçüde tanımlamaktadır. Dolayısıyla aslında doğrudan toplumun bilgi edinme hakkıyla da ilgili bir düzenleme ve uygulamadır. Kartın ve gazeteciliğin bu yönünün özellikle AKP döneminde uğratıldığı zarar herkesçe biliniyor olmakla birlikte hak ve kolaylıkların “kâğıt üzerinde” dahi olsa tanımlanması, gerek hukuki süreçler gerek gazeteciliğin ve gazetecilerin meşru müdafaa hakkı açısından oldukça önemlidir.

Basın kartı sahiplerine sağlanan kolaylıklar ilgili hukuki metinlerde “temin edilecek kolaylıklar”, “sağladığı kolaylıklar”, “yararlanılan kolaylıklar” gibi ifadelerle sıralanmaktadır. Dolayısıyla basın kartı verilmemiş gazeteciler ile basın kartı sahibi gazeteciler arasında, müze vb. kurumlara ücretsiz giriş, resmî törenleri izleme, ulaşım araçlarından indirimli faydalanma, bazı iletişim araçlarında öncelik sağlanması vb. gibi kolaylıklardan yararlanabilme farklılıkları, kaynağını yönetmeliklerden almaktadır. Hal böyleyken, düzenleme yapılmasının amacının gazetecilere sağlanan kolaylıkların sıralanması olduğu bile söylenebilir.

Örneğin, 1942 Basın Kartı Nizamnamesi, basın kartlarının sahiplerine temin edeceği kolaylıkları hükme bağlamaktadır. Bahsedilen bu durum 1986 yılında çıkarılan yönetmeliğe dek devam etmiş, ilgili yönetmeliklerin ilk maddelerinde, düzenlemenin basın kartının sağlayacağı kolaylıkları da düzenlediği açıkça ifade edilmiştir. 1986-2015 arasında çıkarılan yönetmeliklerde de “basın kartlarının sağladığı kolaylıklar” ve “basın kartlarının niteliği ve sağladığı kolaylıklar” başlıkları yer almaktadır.

Basın kartı aslında “yok”

Ancak, yukarıda bahsedilen “tersine çevirme”, bu düzenlemelerin ruhunu etkileyecek kadar ilerlemiştir. 2015 ve 2018 yönetmeliklerinde, “basın kartı sahibi gazetecilere sağlanacak kolaylıklar” (basın trafik kartı haricinde) gibi herhangi bir tanım ve içerik yer almamaktadır. Basın kartı yönetmeliği, artık sadece basın kartını alacak kişi ve unvanları, bünyesinde çalışanlara basın kartı verilecek kurumları düzenlemektedir. O halde ilgili düzenlemelerde basın kartının gazetecilere çeşitli kolaylıklar sağlayacak bir meslek kartı olmaktan çıkarılarak kimin gazeteci olup olmadığını tanımlayan bir kimlik kartı haline getirildiğini söylemek çok da yanlış olmayacaktır. Bu kimlik kartının ne sağlayacağı ise ancak diğer alanları düzenleyen mevzuat içinden çekip çıkarılacak duruma getirilmiş ve kartın kolaylaştırıcı yönü ikincilleştirilmiştir. Dolayısıyla da gazetecilik mesleğinin kamusal görev yürütme niteliği ve işlevi, bu şekilde de felce uğratılmıştır. Kartın içi boşalmış, gazetecilerin mesleklerini yapabilmelerini ve kaynaklara erişimini sağlamaya yarayan (yeten) bir kart olmaktan çıkarılmış, siyasi iktidarın uhdesine aldığı bir “tanıtım kartı” seviyesine indirilmiştir. Düzenlemelerin ilgisi ve kapsamı, “gazetecinin yararlanacağı kolaylıklar”dan gazetecinin “varlığına” yönelmiştir. Bu durumda, gazetecilik mesleğinin karakterinden gelen “kaynaklara erişim hakkı” gazetecilerin elinden alınmış, deyim yerindeyse, her yurttaşın sahip olduğu (kadar) haklardan fazlası ise törpülenmiştir. Basın kartı sahibi gazetecilerin herhangi bir kolaylığı talep etme haklarının kaynağı olan hukuki düzenlemede bu “kolaylıklar” yer almadığından, talep hakları da kadükleştirilmiştir. Aslında, bilinen gibi bir basın kartı yoktur.

Günümüzde gazetecilik pratiğinin ne koşullarda yapıldığı ve sınırının ne kadar daraltıldığı ortadadır ve siyasi iktidarın gazetecilerin mesleklerini yapmalarını engellemek için buna ihtiyaç duymadığı açıktır. Burada vurgulanan nokta, düzenleme yetkisini elinde bulunduranların kendi düşünce sistematiğinde herhangi bir “hak” ve “kamu” kriterine şeklen dahi olsa sahip olmadığıdır. Bu noktada, idarenin basın kartı komisyonu üzerindeki tam hâkim konumu da tekrar hatırlatılmalıdır.

Sansür Yasası’nda basın kartı: Göstermelik demokratikleşme içinde anti demokratik yapı (R-Sansür Yasası Üzerine).

Mevcut haliyle, Basın Kartı Komisyonu üyelerinin tamamı Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı tarafından seçilen hukuki yapının bu düzenlemeyle değiştirilmesi planlanmaktadır. Bu değişiklik kapsamında İletişim Başkanlığı’nın belirlediği üye sayısını beşe indirmesi düşünülmekte ve bu demokratikleştirici bir düzenleme olarak aktarılmaktadır. Ancak Basın Kartı Komisyonu üye tam sayısında herhangi bir değişiklik önermeyen bu düzenlemeyle İletişim Başkanlığı’nın Komisyon’daki çoğunluk oyu oluşturma gücü korunmaktadır. Toplamda 9 üyenin 5’i İletişim Başkanlığı tarafından belirlenirken; 3 üye niteliği yasada belirlenen meslek kuruluşları, 1 üye ise sendika tarafından belirlenmektedir. Söz konusu düzenleme fiilen bir demokratikleşme değil göz boyamadır. Basın Kartı Komisyonu’nun hangi usuller çerçevesinde toplanacağı, nasıl karar alacağı gibi hususlar ise yine idarenin takdirine bırakılarak yönetmelikle düzenlenmesi öngörülmektedir.

Yürürlükteki Basın Kartı Yönetmeliği Değişiklik önerisi: 5187 sayılı Basın Kanunu’na ek yapılmak üzere “Basın Kartı Komisyonu” maddesi
Başkanlığı temsilen 2 üye Başkanlığı temsilen 2 üye
Basın-yayın meslek kuruluşlarının birleşerek oluşturdukları üst kuruluşlar hariç olmak üzere, süreli yayın organları sahip ve/veya çalışanlarınca oluşturulan meslek kuruluşlarının üyeleri arasından Başkanlıkça belirlenecek 1 üye, Basın-yayın meslek kuruluşlarının birleşerek oluşturdukları üst kuruluşlar hariç olmak üzere, süreli yayın organları sahip ve/veya çalışanlarınca oluşturulan meslek kuruluşlarından basın kartı sahibi en fazla üyesi bulunan meslek kuruluşu tarafından belirlenecek 1 üye
Bölgesel veya yerel nitelikte faaliyet gösteren basın-yayın kuruluşlarının sahibi veya tüzel kişi temsilcisi arasından Başkanlıkça belirlenecek 1 üye, Basın-yayın meslek kuruluşlarının birleşerek oluşturdukları üst kuruluşlar hariç olmak üzere; İstanbul, Ankara ve İzmir dışındaki illerde kurulu basın-yayın meslek kuruluşlarının sahip ve/veya çalışanları tarafından kurulmuş basın-yayın meslek kuruluşlarından en fazla basın kartı sahibi üyesi bulunan meslek kuruluşu tarafından belirlenecek 1 üye,
Sürekli nitelikte basın kartı sahipleri arasından Başkanlıkça seçilecek 1 üye, Sürekli nitelikte basın kartı sahipleri arasından Başkanlıkça seçilecek 1 üye,
Basın-yayın meslek kuruluşlarının birleşerek oluşturdukları üst kuruluşlar hariç olmak üzere, ulusal düzeyde yayın yapan radyo ve/veya televizyonları temsil eden meslek kuruluşlarının üyeleri arasından Başkanlıkça belirlenecek 1 üye, Basın-yayın meslek kuruluşlarının birleşerek oluşturdukları üst kuruluşlar hariç olmak üzere, ulusal düzeyde yayın yapan radyo ve/veya televizyonların yönetim kurulu başkanları ve/veya gazeteci çalışanlarınca kurulmuş olan basın-yayın meslek kuruluşlarından en fazla üyesi bulunan meslek kuruluşu tarafından belirlenecek 1 üye,
Basın kartı sahibi gazeteciler arasından Başkanlıkça seçilecek 1 üye, Göreve bağlı basın kartı sahibi gazeteciler arasında Başkanlıkça belirlenecek 1 üye,
Basın kartı sahibi gazetecileri temsil eden sendikaların üyeleri arasından Başkanlıkça belirlenecek 1 üye, İşçi sendikası şeklinde faaliyet gösteren sendikalardan basın kartı sahibi üyesi en fazla olan sendika tarafından belirlenecek 1 üye,
İletişim Fakültesi dekanları veya basın kartı sahibi gazeteciler arasından Başkanlıkça belirlenecek 1 üye, İletişim Fakültesi dekanları veya basın kartı sahibi gazeteciler arasından Başkanlıkça belirlenecek 1 üye
9 üyenin hepsini Başkanlık belirliyor 9 üyenin 5’ini Başkanlık belirliyor